İlk Farz, Son Söz
… Namaz, ruhumuzun dinlenerek sükûnete kavuştuğu sâkin bir liman gibidir.
Sıkıntılı olduğumuz zamanlarda hemen kılınan iki rekât Hâcet Namazı ve ardından Rabbimize gözyaşıyla yakarmak ne tatlıdır!.. “Çâresizim Rabbim!.. Sen’den başka gidecek kapım yok!..” diyebilmek, yine O’nun esmâsında ferahlamak…
* * *
Çok sevinçli olduğumuzda, mutluluktan ayağımızın yerden kesildiği anlarda; “Rabbim! Bu zafer, bu sevinç Sen’dendir!.. Beni kaydırma!..” diyerek kılınan veya her yatsı namazından sonra Rabbimizin çeşit çeşit nimetlerinden istifade ettiğimiz ve kazâsız belâsız bir günü daha geçirdiğimizin şuuruyla kılınan iki rekât “Şükür Namazı” ne huzur verici bir iksirdir.
* * *
Gecenin en zifiri karanlığında, sükûtun gözyaşıyla buluşup îtirafların başladığı, riyânın uğrayamadığı teheccüdlerde, secdenin hıçkırıklarla süslendiği zaman kılınan namazın lezzeti, acaba başka nerede vardır?
Hele sürünerek kalktığımız sabah namazlarında, buz gibi suyun verdiği zindelikle kılınan namazın ardından, yine seccadenin üzerinde uyumanın huzurunu hangi yatak verebilir ki…
Öğle namazı olmasaydı, gün içindeki telâşemizden, oturmayı unutabilirdik belki de… Öğle namazında Rabbimizin kelâmıyla, O’nun huzurunda dinlenmek ne büyük bir lütuftur!..
İkindi namazı olmasaydı, dünya meşgalelerinin bitmeyeceğini zannederdik herhâlde… İşlerimizin en yoğun, en bitmez ânında, âniden okunan ezân, âdeta âniden gelecek ölümü hatırlatır bizlere…
Akşam namazını daha bir erken kılmak isteriz. Kıyamet, akşam kopacakmış ya, onun korkusu herhâlde… Kıyamet sabahına borçsuz kalmanın endişesini taşırız içimizde…
Yatsı namazı ise, “küçük ölüm” olan uykudan evvelki son kulluk vazifesi gibi gelir. O yüzden daha bir tefekkür duygusu kaplar yüreğimizi… Günün son namazı, ömrün sonbaharı gibi usulca eser rûhumuzun derinliklerinde…
Halime DEMİREŞİK