Koltuklarımız
Bizim evin eşyaları 13 senelik. İki sene Türkiye’de, on bir seneden beri de
Almanya’da olmak üzere hala beraberiz onlarla.
Sularını çıkardık diyebilirim.
Koltuklarımız iki çocuğa siper etti gövdelerini. Üzerlerinde yürümek
en büyük eğlencelerinden biri oldu, çünkü üzerleri buna çok müsait,
yürünebilecek kadar yer var. 🙂
Belki onlardan çok ben bir şeyler döktüm üzerlerine.
Kılıflarını söktüm yıkadım, söktüm yıkadım. Yeri geldi foşur foşur sildim.
Bazı yerlerinden iplikler sarkmaya başladı, bazı yerlerinin dikişleri attı.
En çok oturulan minderler çökme yaptı. Kimse bilmez, kimse görmez,
ben bilirim onların yerlerini.Fakat hep tutundular hayata.
‘Eyvah koltuklar battı!’ diye bir stresim olmadı.
Koltuklar batmıyordu. Oturma, uzanma, oynama ihtiyaçlarımıza
hizmet ediyorlardı. Ne zaman ‘artık yeni bir koltuk alsak mı acaba?’
diye düşünsek ve yeni eşyalara baksak, bir hüzün kaplıyor içimi.
Bizim koltukların rahatlığı, daha doğrusu eski olmalarının o kafa rahatlığı
olmayacak hüznü. Bir de Fatih demesin mi “Anne yeni koltuk aldığınızda
üzerlerinden yürümem, merak etme.”diye.
Ah en çok da buna üzüldüm. Sen koltukların üzerinden yürüyemeyeceksen
ne anlamı kaldı bu hayatın, çocukluğunun?
Altı yaşında minik bir yavrusun. Kaç sene daha yürüyeceksin ki
o koltukların üzerinde? Sen de ablan gibi vakti gelince jübileni yapacaksın.
Üzüldüm vallahi. Kızdığım zamanlar oldu tabii ‘oğlum yerden yürüsene!’ diye.
Yukarda Allah var, kızmadım desem taş olurum.
Ama bir şekilde ortada buluştuk hep onunla. İki gün yürümediyse
üçüncü gün yine yürüdü. Karar verdim; yeni koltuk istemiyorum ben.
Bir süre daha kaygısızca oturmak istiyorum eski koltuklarımızda.
Amaaaan, sefamız olsun, oh bea!