Tıngır Mıngır Seyahat Ederdik…
Yıllar yıllar önce develer berber, pireler tellal iken otobanın ne demek olduğunu kimsecikler bilmez iken, yollar hem uzun mu uzun saatler alan, hem virajlarla dolu hem de asfaltları kırık dökük iken çıkardık şehirlerarası seyahatlere
Otobüsler kutu gibiydi, klima olmadığından yazın kan ter içinde kışın titreyerek, koltukların içiçeliği nedeniyle yanımızda oturan kişiyle dertleşerek devirirdik kilometreleri.
Yolculuğa çıkmak öncesinde bir hazırlık gerektirirdi. Genelde, gitmemize en çok üzülen komşumuz jest olsun diye kek ya da poğaça gibi “yolluk” adı verilen küçük çaplı bir kumanya hazırlardı. Eskiden bir çok firmada mola zamanlarında donanımlı yemek salonları olmaması ve mola verilen tesislerde “eli mahkum nasıl olsa alacak” mantığı ile bir gözlemenin bile astronomik fiyatlarla satılması Türk insanını “yolluk” konusunda geliştirmiştir.
Sihirbaz şapkası gibi azık torbası
Bavulların muavine verilmesinin ardından, yolcu ile onu uğurlayan arasındaki el sallama merasimi de bitince tekerleğin dönmesiyle seyahat başlar. Yol boyunca bir süre etraf izlenir. Elli bilemedin altmış kilometre sonra midelerde inceden kıyılma hissedilince artık ufak ufak yolcular arasında bir devinme hali görülür. Ayakların dibindeki azık torbası açılarak içinden yiyecekler çıkarılmaya başlanır. Fakat bu azık torbasının bereketine hala akıl sır erdiremem. Zira sihirbazın şapkası gibi içinden bir dünya çıkar fakat yine de bir türlü boşalmazdı.
Azık torbaları her kadının kendi maharetine ve çoluğunun çocuğunun yemek zevkine göre şekil alır. Kavanoz içinde getirilen çorbayla başlayan mönüler yer yer ekmek arası tavuk, domates, peynir ya da köfte ile şenlenir. Derli toplu etrafa saçılmayan özelliği ile haşlanmış yumurta da en çok tercih edilen gıda maddesidir. Fakat şekil itibariyle derli toplu olan yumurta koku itibariyle dalga dalga yayılarak çevredeki en az üç koltuk sırasını derinden etkiler. Yemek kokuları diğer insanlar için de tetikleyici bir özellik taşıdığından bir kişinin yemek aktivitesi diğer yolcuları da buna iter.
Otobüsün en ön sırasında oturanların sorumluluğu diğer yolculara nazaran biraz daha fazladır, çünkü yiyecekler hazırlanırken otobüsün kaptan ve muavini de göz hakkı sebebiyle dikkate alınacağından daha geniş kapsamlı bir hazırlık gerektirir.
Ana yemeğin bitmesinden kısa bir süre sonra ihtiyaç molası verilen tesislere de ulaşılmış olur. Muavin mikrofonla kalınacak süreyi belirttikten sonra sesinde bir ev sahibi nezaketiyle içilecek çayların şirketin ikramı olduğunu söyler ve yolcuları çay ücreti ödememeleri konusunda uyarırdı.
Sigara içmek eskiden otobüslerde serbestti
Çoğu zaman bayat ya da soğuk olduğundan içinde şekerin dahi zor eridiği çayları büyük bir zevkle içen yolcular anonsların ardından otobüsteki yerlerini alırdı. Yeniden yola çıkılması beslenme saatinin de ikinci yarısını başlatırdı. Bu sefer sihirli torbadan pasta türü yiyecekler çıkardı ki yan koltuktaki yolcuyla da artık sohbet iyice ilerlemiş olduğundan herkes birbirinin çocuğunu, gelinini, damadını sanki altın günündeymiş gibi anlatırdı.
Sigara içmek eskiden otobüslerde serbestti. Özellikle yemeklerin ardından, çaylarla birlikte, muhabbet koyulaşırken sigara mutlaka tellendirilirdi.
Tıka basa yenen ağır yemeklerin midelere yaptığı baskı, yiyecek kokularının ağırlığının havalandırma olmadığı için sabit kalması, yolların engebeleriyle aracın sarsılarak ilerlemesi ve bir de üstüne sigara dumanları derken otobüsün içi gaz maskesiyle girilmesi gereken bir mekan hali alınca, bulantılar ve istifralar eşliğinde otobüsümüz varılacak şehrin terminaline gelirdi. Sapsarı benizleriyle otobüsten inen yolcular uzun bir süre kendilerine gelemezdi.
Ayşenur USLU’dan…